18 Kasım 2008 Salı

HEM TANRIYIM HEM DE ŞEYTAN!

Kurbanlarının lanetlenmiş ruhlar olduğuna ve lanetli ruhları öbür tarafa geçirebilecek tek kişinin; kurtarıcı ruhun kendisi olduğuna inanan ruhlar vardır. Hayatta kendilerine biçtikleri rol hiç de azımsanmayacak kadar büyüktür. Kimi karizma öyle güçlüdür ki, bu etkileme sanatı karşısında çaresiz kalırsınız, gördüklerinize bir türlü inanamazsınız. Bu lider özelliği anlaşılmaz, sürükleyici bir güçtür. Hitler’in Almanyasını kendi doktrinine inandırması ve kitleleri etkilemesinin bir benzeri; mikro ölçekli soykırımından başka bir şey değildir Manson’da da olan güç. Ama öyle bir güçtür ki bu, işlenilen cinayetler bir kenara, mahkemede dahi davalarını yönetebilmesini sağlayıp, müritlerini mahkemeye emekleterek getirtecek bir güç.

“BİR VADİ OL; KADERE KARŞI DÖVÜŞMEYİ BIRAK VE BEKLE. O SANA AKACAKTIR…”

Hala yattığı hücresine dünyanın her yanındaki gençlerden, binlerce mektup yağan bir seri katille karşı karşıyayız. Anlaşılması gereken konu ise, masum insanları öldürmenin niye bu kadar popüler hale gelebildiği ve bu kadar yüceltilebildiğidir. Böyle bir durumda tartışılması gereken, ne Charles Manson’un geçmiş analizi ne de bunları neden yaptığıdır. Onu anlamaya çalışmak değildir önemli olan… Anlayınca değişecek bir sonuç olmadığı gibi, ne onun ne de müritlerinin yaptıklarının doğrulanabilecek bir durumu yoktur. Önemli olan konu, bu insanların nasıl bu kadar hipnotize olabildiği ve böyle bir duruma hayranlık duyabildiğidir. Bir seri katilin felsefesi ile yüceltilmesi bana göre oldukça tuhaftır. Bu durum ne gidenleri geri getirir ne de Manson’un fan kitlesinin varlığını değiştirir.

.... (devamı için Karakalem Sayı 7, 2008)

HERE IT IS: PSYCHODELIC DISCO ROCK!

He likes Barış Manço and Kurtalan Ekspres, Erkin Koray..and so on… and now plays where they all played before. So following the contemporary issues a lot about Turkey, he even makes a joke saying “maybe after these I will have a ferryboat with my name on it”, talking about Baris Manco ferryboat…

Sean bw Parker has done a lot mostly with his own efforts to make people aware of his music in Istanbul. He calls Istanbul as his home and really enjoys being here. It doesn’t matter even if you do not like his music-which is pretty hard actually-you still have to appreciate what he tries to do in a totally different country as a stranger and you have to congratulate him to be able to make himself and his original music accepted in an environmet where all local bands play the same kind of music, sing same old brit pop songs and where everybody likes covers.

...................continues in http://www.undergroundistanbul.com/ ... issue 7, july 2008

HAM SANAT: ART BRUT



Garip bir tadı vardır Art Brut’u sahnede izlemenin. Sahneye fırlayıp vokalist Eddie Argos’un karşısına dikilmek ve tıpkı onun yaptığı gibi, kafanızı sallayıp coşkulu el kol hareketleriyle bir şeyler anlatmak, onun söylediklerini onaylamak istersiniz. Öyle doğaldır ki grup, sahnede kendinizden bir parça görürsünüz. Arada o sanatçı dinleyici mesafesi yoktur. Tüm sınırlar kalkmıştır ve müzik sizi grupla bütünleştirir.
...........devamı için www.undergroundistanbul.com... Mayıs, 2008 - sayı 5

GÜNAHLARINI DA YANINDA GETİR VILLIE...


Günahlarını da yanında getir Villie,
Ben senin tenini beyaz seviyorum
Süt gibi kokmasını

Küçüktüm ufacıktım, Ville Hermanni Valo’ya bu satırları yazmıştım… Bir adamın güzelliği karşısında hiç böyle büyülenmemiştim… Sahnedeki karizması; tüm hücrelerime inen, içime işleyen, tüyler ürperten sesi; dudaklarıyla seviştirdiği sigarasını içine çekişi… Hepsi birbirini tamamlayan bir ritüelin parçalarıydı sanki…

…Sol elinde biran, sağda ise, dudaklarınla seviştirdiğin sigaran Villie, gözlerin kısık, kafan karışık, dumanlı. Öylece salınmasın müzik eşliğinde, saçların dağılmış… Siyah kolları uzun hırkan, bir omzundan düşer gibiyken -hangisi olduğu önemli değil inan-mırıldanmalısın yine, tam da bizi anlatan, senin herkesten güzel söylediğin “Wicked Game” şarkısını… Bakmalısın delici gözlerinle, acımasızca, bir o kadar da istekli… Sigarandan bir nefes çekip, ölmüş gibi yorgun ama bir o kadar iyi, bir melek kadar hafif, yanıma yaklaşmalısın…

Günahlarını da yanında getir Villie,
Ben senin tenini beyaz seviyorum
Süt gibi kokmasını

Kırmızı kadifeni giy Villie,
Ben senin tenini beyaz seviyorum,
Kanının şarap gibi tatmasını…

***********************

“AŞK KALPLERİN CENAZESİDİR”

“Love is the funeral of hearts and an oath for cruelty ” der Villie bize, “Aşk kalplerin cenazesi ve zalimlik için bir yemindir” ve tam da burada anlatmak istediği, aşık olmanın insanın kalbini öldürdüğüdür… Zalimliğin sınırlarını zorladığı yerdir aşk… Aşk şefkat için bir yalvarış, bir yakarıştır. O kalp artık senin değildir, bir tabuta konmuş ve yakılmayı beklemektedir. Bu anlamda aşk, kalplerin cenazesi, aşıkların da katilidir.


Şarkı sözlerinin hiç bu kadar melankolik ve romantik olduğu olmuş muydu? “Hayallerinin ve umutlarının tepesi üzerinde parlayan güneşti kız; oldukça kırılgan, seni ışığıyla boyayan aydı erkek; savunmasız ve solgun”


.........................devamı için Karakalem sayı 8, Ekim 2008

TIM BURTON’A YOLCULUK

corpse bride

“Cumartesi öğleden sonraları televizyonda “The Brain that Wouldn't Die”ı izleyerek büyüdüm. Kolu kopmuş bir çocuk vardı ve tüm duvar kana bulanmıştı. Bunu hiçbir zaman negatif olarak görmedim. Gerçek olmadığı sürece bu tip şeyler bana “boşaltıcı” gelirdi.

Çocukken gördüğünüz birçok şey sizinle birlikte kalır… Hayatınızın çoğunu deneyimi yeniden elde etmek için harcarsınız.”


Fantezi, korku ve bilim kurgu filmleri bizi başka bir dünyaya götürdüğü gibi, kendimiz hakkında da birçok şey anlatır. “Imaginery cinema” dediğimiz tarz ise, tamamen insanın hayal gücüyle doğar, deneyimlerinden beslenir ve yaratıcısının elinde şekillenerek karşımıza çıkar. Bu tür filmler çoğunlukla çekirdek kitleleri ile var olurlar.

Tim Burton filmleri sadece modern sinemanın ve popüler kültürün kalıplarını yıkmakla kalmadı, fantastik öyküyü animasyonla birleştirerek bambaşka bir tarz yarattı. Yakın film tarihinde bütün endüstriyi etkileyebilecek bu kadar orijinal bir tarz yaratmayı çok az insan başarmıştır. Fakat elbette, alanında tek olduğunu kanıtlayan Burton da, ileride başlı başına bir popüler kültür malzemesi haline geleceğini bilemezdi.


................devamı Karakalem sayı 1, Eylül 2007

“Biz Çoktan Unuttuk Dünya Dediklerini”


Sakin bir “Hayat” diliyorum sizlere sebepsiz ve sonuçsuz “denek hayat”larınızda.

“Gözlerin ya vardı aklımda
Biz çoktan unuttuk dünya dediklerini
Aşk bir kaza dedin bizse sağ kurtulduk
Bugün senin günün onu da mahvettin”

İstanbul’da kayda değer bir dinleyici kitlesine sahip, Onur Özdemir, Özdemir Dereli, Cenker Kökten, Soner Özışık’tan oluşan Sakin’in ilk albümü “Hayat” raflarda yerini aldı. Sound açısından bakıldığında yaptıkları müzik her ne kadar indie diye etiketlenmeye çalışılsa da, bence etiketi yok. Sözler hem o kadar basit hem o kadar anlamlı ki, evet hayat bundan ibaret dedirtiyor. Hayatın anlamı da anlamsızlığı da üç-beş satırda özetleniveriyor. Solist Onur Özdemir’in sakin ve samimi sesi sizi bir anda kavrıyor ve içinizdeki lalelerin hepsi beyaz beyaz açmaya başlıyor. Sakin size “Hayat”ı sunuyor.

http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=38728869

DAVID BOWIE MÜZİĞİNDEKİ POST- KOLONİCİLİK VE ORYENTALİZM



Bazen bir düşünce, bir gelenek veya bir tarih bizim değilse, bizimkinden farklıysa, kendimizi ondan uzaklaştırırız ve onu ayrı bir yere koyarak yabancılaştırırız. Sonra, kimi zaman kendimizi tanımlamak için - ne olmadığımızı - kimi zaman da diğerlerini tanımlamak için bu “öteki”leri kullanırız. Takındığımız tavırlar, benimsediğimiz düşünceler bizim “öteki”ni algılamamız doğrultusunda değişiklikler gösterir. “Öteki”, doğası gereği kendisini tanımlayana bir nevi dominantlık hakkı tanır. Farkında olmadan, ki zaten çoğu zaman tanımlandığının da ayrımına varmadan. Ve efendi ve hizmetkarlar sahne alır birden… Sahipler ve köleler…

Süper güçleri olanlar kendilerini dünyanın efendisi ilan ederek, uzak ve farklı olanı, kendi medeniyet tanımlarına uymayanları bir çırpıda üçüncü dünya ülkesi konumuna taşıyıverirler. Ama bir zaman gelir birinci dünya ülkeleri üçüncü dünya ülkelerine özlem duyarlar ve oralardaki “egzotik” tatlardan haz almak isterler. Peki bu sırada ikinci dünya ülkeleri ne yapmaktadır? Ve kaç tane daha dünya ve bu dünyaların kaç tane daha ülkesi vardır? Bunlar ise üstünde durulması çok da önemli olmayan saçma sorulardır.

Bu esnada gözünü egzotizmin sihri bürümüş olan, farklı tatlara aç beyaz adam “uzak”taki sevgiliye şarkılar yazar. Tıpkı bir aşk şarkısı gibi, ulaşılmayana duyulan özlem gibi… Peki yazılan sözlerin altında yatan gerçek bu kadar da basit midir? Satır aralarında ne gibi anlamlar barındırır beyaz adamın Çinli bir kıza yazdığı masumane aşk şarkısı? Birazcık ırklar arası romantizmin kime ne zararı vardır ki?



“MÜZİK HAKKINDA DOĞRU OLAN HAYAT HAKKINDA DA DOĞRUDUR”

“Müzik hakkında doğru olan hayat hakkında da doğrudur.” demiştir Mandy Slade Velvet Goldmine’ın dramatik bir sahnesinde… Hiç çekinmeden, hiç abartmadan “hayatıma yön veren adam” diyebileceğim David Bowie’nin hayatından kesitler sunan, beni ben yapan Todd Haynes filminde. Filmde de göze çarpan David Bowie Iggy Pop yakınlığının doğurduğu ayrıcalıklı ürünlerden biridir “China Girl”.

......devamı için Karakalem sayı 4, Haziran 2008..

http://www.undergroundistanbul.com/ Şubat 2009 sayısı..

17 Kasım 2008 Pazartesi

“SANA BİR ŞEY YAPMAYACAĞIM TATLIM, SADECE BEYNİNİ DAĞITACAĞIM!”





Jack Torrance’in hayatının aşkına söylediği bu cümle Kubrick’in filmlerini bize özetler. İzledikten sonra kalan etki tam da budur. Gerçeklerle yüzleşmiş ve aslında ne olduğumuzu, nasıl bir sistemin kurbanları haline geldiğimizi görüp dağılmışızdır bu kez.

Ya bu evrende yapayalnızsak ve uzayda bulduğumuz tek şey kendi yalnızlığımız olursa? Ya dünyayı yönetenler birer deli, çılgınlığın sınırında kimselerse? Ya eğiterek öldürücü duygularımızı, dürtülerimizi araç haline getirmeye çalışırken bu dürtüleri denetleyemezsek? Ya şiddet araç olarak kullanılırken dönüp hem kendini hem sistemi vurursa? Ya gerçek aşk bir rüyadan, yalandan başka bir şey değilse?
Kubrick’i analiz etmek pek de kolay değil, ne de çektiği filmlerin hepsine burada değinebilmek. Hem Burton hem de Lynch ne kadar Kubrick’ten etkilenmiş olsalar da, Kubrick, ne bilinçaltı ne de fantastik dünya üzerinde çalışır. Kubrick’de salt bir gerçeklik vardır ve tüm çıplaklığı ile ortadadır. Çoğu zaman acıdır ve yüzünüze bir tokat gibi çarpar.

Sartre başta olmak üzere varoluşçu filozofların epey kafa patlattığı seçim, bir var olup olmama meselesidir. Hayatta kalmak ya da kalmamak, seçmek ya da seçmemek… A Clockwork Orange’da peder: “İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar.” der. Kubrick filmlerinin çoğu bir seçim etrafında gelişir ve bu seçim genelde geri dönüşü olmayan kötü sonuçlara gebedir. Her şey fazlasıyla gerçek, her gerçek de fazlasıyla acıdır ve tecrübe edilmelidir.



Kubrick Ağzımın İçinde Yaşayan Küçük Bir Çocuk…


The Shining’i ilk izlediğimde nedenini bilmiyorum ama aklıma kazınan Danny’nin, yani evin küçük telepatik oğlunun “Tony kim?” diye sorduklarında, “Tony ağzımın içinde yaşayan küçük bir çocuk” cevabı olmuştu. Belki de o yaşımda, ben de istemiştim ağzımın içinde küçük bir çocuğun yaşamasını.


(by Melike Aslı Şahinsoy............devamı için Karakalem Sayı 3, Nisan 2008)

KAYIP OTOBANDAKİ KESİK KULAKLI ADAM



Ben daha fazla dayanamıyorum, I am deranged”, diye haykırdı toprağın altındaki mavi kadifeye sarılmış kesik kulak. Kırmızı perdeleri aralayıp, “Öyleyse seni kayıp otobandaki şeritlerle tanıştırayım” dedi Mulholand Çıkmazı’na doğru yol alan kovboy.

Fonda David Bowie’nin melankolik sesi rüyalara dalmaya davetkâr, umarsız, iç gıcıklayıcı iken, androjen bir porno yıldızı edasıyla Marilyn Manson beliriverdi ekranda, femme fatale Patricia Arquette ile. O sırada mystery man, florasan lambalar altında, elindeki kameranın kasetini değiştirmekle meşguldü.
Kafamı ikizce tepelerin arasından uzattığımda ise, elinde mavi anahtarla “Ateş benimle yürür!” diye bağıran David Lynch’i gördüm; mavi kadifeden bir elbise giymişti üzerine… Yoksa… Yoksa o kulak?

Şişşşt! Silencio, silencio!



.....................................devamı Karakalem Sayı 2, Mart 2008'de

4 Kasım 2008 Salı

...ve mavi kelebek uçup gider!

Emily’nin bedeninin, Victor’ı Victoria’ya bırakmasından sonra binlerce kelebeğe dönüşmesi, Emily’nin sonunda özgürlüğüne kavuştuğunu ve mutlu bir şekilde serbest kalarak fanilerin dünyasından tamamen ayrıldığını sembolize eder. Victor filmin başında mavi bir kelebek çizer. Aslında Panama’ya özgü olan mavi kelebek tek ve özel bir türdür ve tüm hayalleri gerçek kıldığına inanılır. Avrupa efsanelerine göre de, acımasızca öldürülen bir kadın hayata bir kelebek olarak geri dönecektir. Bu açıdan bakıldığında, Emily’nin sonunda binlerce kelebeğe dönüşmesi huzura erdiğini ve hayallerine kavuştuğunu gösterir bize.

("Durmuş Olsa Bile Bir Kalp Hala Atmaya Devam Edebilir mi?" adlı yazımdan... Karakalem, sayı 5)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...